10 Aralık 2011 Cumartesi

KKTC - 1

Bugün izlediğim program yemek listemin ilk yazısını oluşturuyor.Vedat Bey'in bu sefer yolu KKTC'ye düşmüş.İlk durak Girne merkezden 15 dakika uzaklıktaki ARCHWAY Restaurant.

Archway'de Vedat Kıbrıs'a özgü olan Şeftali Kebap'ı yedi.Adında her ne kadar şeftali geçse de içerisinde şeftaliyle ilgili en ufak bir malzeme bile yok.Daha sonra pirzola ve türevleri etler de tadıldıktan sonra tatlılar bölümü epey ilgimi çekti benim.Masada karpuz kabuğunun kırmızımsı-yeşilimsi ama aslında beyaz olan ara kısmı sunuldu.Bu kısımı tatlandırmak için şekerle işlemişler.Karpuz kabuğunu,şerbete batırılmış ceviz izledi ama bu kabuğu soyulmuş ıslak cevizmiş.Her ne kadar ıslak ceviz dense de gördüğüm kadarıyla çatalı batırmak bayağı bir güç istiyor.Tatlılarla birlikte sunulan acımsı ama tatlı -nasıl oluyorsa- bir turşu -yok artık- vardı.Vedat Bey'in çok beğendiği bir yemeği işte tam bu şekilde sonlandırmayı seviyormuş.Tam da istediği oldu.Umarım bir gün yenden yolumuz oralar düşer.

Not : yiyecek,ambiyans ve fiyat performans 5 yıldız alırken ,içeçek menüsü 3 yıldız aldı ama Vedat Şarap sunumunun ve kalitesinin aslında 5 yıldız olduğunu belirtmeden edemedi.
Efendim burda herşeyi yiyebildiğiniz bir mönü 45 Tl tutarında.

http://arch.dopiweb.com/index.php

Vedat Milör featuring Alchemy

Istanbul'a tutunmaya çalışıyorum şu an.Aslında sorun Istanbul ya da Ankara değil.Sizin olmamanız, ama bunu da bir zaman sonra aşacağıma eminim.Ne de olsa insan beyni unutmaya programlanmış.Ama bu kadar kendimle başbaşa kalınca kendime yeni uğraşlar da aramıyor değilim.

Yemeğe ne kadar saygı duyduğumu bilirsiniz,hatta geçenlerde eve yemek siparişim geldiğimde ve ben Leyla'ma kavuştuğumda "Allahım sana aşığım,seni çok seviyorum" diye haykırmıştım.Zeynep de üstüne alınmıştı da benim çok yerinde açıklamamla rahatlamıştı : "hayır sana değil,yemeğe aşığım ben"

Bugün tam kahvaltı yapmıştım ki Vedat Milör'ün sunduğu program başladı Ntv'de.Lanet olsun ki aynı program iki gün önce de tam akşam yemeğinden sonra başlamıştı.Her iki durumda da programı 10 dakika seyredebildikten sonra araya yeni bir öğün sıkıştırmak zorunda kaldım. Vedat Milör bana uzun zamandır yapmaya üşendiğim bir not defterini burada oluşturma gazını verdi.Programda izlediğim durakları illerine göre kategorilere sokmaya ve bu illere olur da ziyarete gidersem,bu duraklarda yemek yemeye karar verdim.İlk durağımız KKTC.

3 Aralık 2011 Cumartesi

son yarım saatimi ne yazacığımı düşünerek
ve yazdıklarımı silip ,
yenden bir şeyler yazmaya çalışarak geçirdim...

artık kendimi bile ifade edemiyorum,
ben bu olmamalıyım
biz bu olmamalıyız

ne olur siz hayatınızdaki kararları alırken biraz daha dikkatli düşünün

31 Mayıs 2011 Salı

insanların bir beklentisi var,herkes yıllık yazmamı bekliyor ama tahmin ettiğimden çok daha zormuş.zaten daha önce de yazamadığım olmuştu.bazen öyle bir tıkanıyor ki insan, kelimeleri seçmeyi bırak, düşünceleri bile toparlayamıyor.aslında ihtiyacım olan her şey var.viskim sigaram müziğim.ama aklım hep bir noktada yoğunlaşmasa daha başarılı olacağımdan eminim.ne ara geldi bu düşünceler, ne zaman hayal gücüm kuşatıldı,neden rüyalarım istila edildi bilmiyorum.konuşmak istiyorum.aslında konuşmaktan da öte,karşına geçip bağırmak istiyorum.içimde biriken ne bilmiyorum.belki gereksiz ama bana göre karşılıklı bir empatiyle fethedildim.direnmeye çalıştım ama başarılı olamadım.şu an kafamdan çıkmıyorsun.bunun bir sebebi olmalı,inanmak istiyorum tüm bunların karşılıklı olduğuna ama inanacak hiç bir şey yok elimde.Her şey soyut benim için.o kadar soyut ki ihtiyacım olan her şeye sadece rüyalarımda kavuşuyorum.uyandığımda sadece karanlık ve hızla ve düzensizce atan,ve kendi kendini aldatan bir kalp karşılıyor beni.işte o anlarda anlıyorum seni.aman tanrım ben nelere sebep olmuşum,bu duygularla nasıl ayakta kalabilmişsin diye soramadan edemiyorum kendime.genelde böyle duygular gelip geçicidir ama bu sefer farklı sanki.senle beraber müzik en büyük düşmanım şu aralar.hayal gücüm ise en çok tiksindiğim yeteneğim şu an.keşke eksik olsaydı böyle bir özellik.seninle konuşmak istiyorum,şimdilik sadece konuşabilmek yeterli olurdu benim için.acaba sana demek istediklerimi kelimelere dökecek fırsatım olacak mı? yoksa sadece bir köşeye yazılmış karalama tahtası olarak kalacaklar mı? bir kez daha ekecek misin beni, bir kez daha yüzüstü bırakacak mısın beni.umarım yapmazsın bunları benim sana yaptıklarımın aksine..

18 Mart 2011 Cuma

Gerçeklik ve hayal

Bazen bana "çok fazla Amerikan dizisi seyretme,burada hayat öyle değil" diyorsunuz ya,benim elimden gelmiyor bunu yapmak.İzlediğim dizilerin içinde -daha doğrusu en çok beğendiklerimin içinde- hep ilişkiler üzerine kurulmuş bağlar oluyor ve ben kendimi kaptırmadan yapamıyorum.Herkesin bir şekilde-hediye alarak ya da herhangi bir hatayı örtbas ederek-birbirini kolladığı, koruduğu; ailenin değil ama insanlar içindeki bağların daima galip geldiği bir hayat istemek ya da en azından bunun hayalini kurup içinde yaşamak çok da zor olmasa gerek.Birden kendimi koskoca bir masada buluyorum.Herkes her zaman gülmese bile,herkes birbiri için orada.Oturmuşlar,konuşuyorlar,yeri gelince büyükler çocukların davranışlarından büyüklüğün nasıl olması gerektiğini öğreniyorlar yeri gelince de çocuklar,çocuk gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu büyükleri izleyerek anlıyorlar.Sanırım gerçek hayat pratikte bu kadar kolay olmuyor.Ne de olsa bir dizideki sahneyi yazan 10 tane senarist ve bu kurgunun gerçekleşmesi için yeniden çekilen birbirinin aynı 20 tane sahne var.Biz olaylar karşısında tek başımıza hareket edip,beğenmediğimiz sahneyi yenden yaşama gibi bir lükse sahip değiliz ama yine de tüm bunların hayalini kurup,daha fazlasını istemek,hele bir de gerçekleşirse hoplaya zıplaya bu hayali kutlayabilmek mükemmel olmaz mı?

Müzik ve onun Evi

Her bayramda aile büyüklerini ziyaret etmeye giderdik annemle.Anne tarafının tam takır oturduğu bir bayram sofrası;Anneanne,dede,dayımlar ve teyzemler.Geleneksel kahvaltı ve bayram muhabbeti hep arkasından gelen bir kavgayla devam ederdi.Çok sıkıcıydı bu yuzden benim için bayram ziyaretleri.Bir bayramda biraz geç kalmış ve kahvaltıyı kaçırmıştık.Sanırım sene 96 ya da 97.Harun dayım odasında müzik dinliyordu.Daha doğrusu konser videosu seyrediyordu.O gün ben de gittim oturdum ve beraber seyretmeye başladık.Sonra Murat dayım da geldi.O sırada High Hopes çalıyordu.Dayım sordu "Emre, Americans mı diyor?" O sıralar anlamamıştım,galiba dayı demiştim.Meğer "beyond the miracles" diyormuş.O gün bütün konseri izledik.Sonra video kaset bitti.Herkes gidince ben videoyu başa alıp yenden izledim.Konser başındaki "Pink Floyd at Earls Court" "David Gilmour","Rick Wright" yazıları beni öylesine etkilemişti ki o günden itibaren müziği bir başka dinlemeye başladım.Çünkü amatörce dinlediğimden olsa gerek sadece vokaller ve gitarı fark etmiştim o zamana kadar.Ama sahnede bir sürü insan vardı ve hepsi konser boyunca sürekli bir şeyler çalıyorlardı.Ama ben bunları duymuyordum fakat duymalıydım,çünkü görüyordum.Demek ki bunların da katkısı vardı! Sonra aradaki diğer enstrümanları seçmeye başladım.İşte o zaman hayran kalmıştım.Ama ne yazık ki benim evde ne video oynatıcım ne de bilgiyarım vardı.Hatta mp3 çalar ya da bilgisayar olmadığını düşünürsek,gerçek anlamda dinleyebileceğim hiçbir şeyim yoktu.O andan itibaren sürekli dayımlara gidelim diyordum anneme.Hatta okuldan çıkınca otobüsle bizim dükkana gidip,bütün gün anneme yalvarıyordum ,n'olur bugün anneannemlere gidelim diye.Gittiğimizde de kimsenin suratına bakacak vakit bulamadan oturma odasında konser videolarını seyrediyordum.Sadece 2 tane vardı; Dire Straits - Alchemy ve Pink Floyd - Pulse.Hala en sevdiğim iki konser albümü bu ikisidir.O ev de benim için yeni keşfettiğim "gerçek müziğin" eviydi.Artık o ev gittiğim her yerde.