24 Şubat 2007 Cumartesi

Önüm Arkam Sağım Solum Ebe,Hede,Böde

....sobelenmişim, en salak anılarımı anlatayım.Daha salakları yok mu ? Şaka mısınız var tabi var tabi.Ama onlar yüzyüze,o gülen gözlerin altında yatan düşünceleri anlamaya çalışmak istiyorum

PULSE 1

1 ) Efendim benim müzik zevkim yakın çevremin ve role-modellerimin etkisiyle ben 3 yaşındayken oluşmaya başladı. Böle Grup elemanların hayatı, anıları falan çok ilgimi çekerdi o yüzden müziğe ve müzikle ilgili olan her şeye para vermekten geri kalmazdım. Neticede ben bir gün dershaneden çıktım. Saat 17.30 ila 18.00 gibi bir şeylerdi. Hava da yağmurlu. Ben o zamanlar da çok severdim yürümeyi falan. Dedim bir Carousel’e gideyim( Bilmeyene not: İstanbul Bakirköy’de alışveriş merkezi).Sonra orda megavizyona gittim. Raflar arasında gezinirken Pink Floyd Pulse albümünün kasetini buldum. O zamanlar cd o kadar yaygın değildi. Her evde Bilgisayar yoktu. Gençler bilmez. Hatta şimdiki kadar çok yabancı albüm de bulunmazdı. Baktım etikette 250.000Tl yazıyor. Ama Çift kaset. Böle özel kutuda şatafatlı bir şey. Al benisi çok. Gittim kasaya adam benden 8.250.000tl istemez mi! Zaten tahmin etmiştim ama şimdi yapacağım çakallıktan belki yırtarım falan diye düşünmüştüm. Adamlara yavşandım: Ama etikette 250 bin yazıyor, siz benden nasıl bu parayı istersiniz ben üstünde yazan ücreti öderim. Cevap belli tabe o zaman almayın albümü kasadan bu fiyatla satış yapamam dedi. Bir dakika dedim cebime baktım tam 8.250.000 TL param var. İyi dedim alıyorum.

Aldım albümü açtım orda inceledim hemen çünkü yolda giderken incelersem ıslanır içindeki kitapçık. Ee minibüse de binemem ki minibüste inceleyim. Niye mi? Çünkü tüm paramı haftalığımı bile oraya vermişim. Yani o zaman minibüs 150–200 bin falandı o kadar param bile yok. Düşündüm minibüsçüye anlatsam böle böle diye. Adamlar orda beni ^3 kişi harcarlar yane. Yürüdüm, sırılsıklam eve gittim. Cep telefonu yok annemde merak etmiş. O zamanki hızımla 45 dakika falan sürüyor bizim evden Bakırköy ne de olsa. Anneme de söyleyemedim tüm paramı verdim diye, mahveder beni maazallah. O zamanlar ekonomik durumda kötü falan filan işte, Bir de annem hala kızar bana. O ıvır zıvıra para veriyorum diye. Gün nasıl mı bitti? O gece ben o albümü baştan sona 3 – 4 kez dinledim. Sabah okul var kalkamadım tesadüf annemde kalkamamış, geç kaldım yane. Ama gitmek zorundayım çünkü Vatandaşlık ve İnsan Hakları sınavım var. Ama ben son güne bıraktığım sınava hala en sevdiğim albüm olan PULSE için çalışmadım. Ve hayatımdaki ilk birimi o gün aldım. Pişman mıyım? Hayır! Çok mutluyum yazarken bile tebessüm ettiren bir anı iyi ki almışım. Pink Floyd’a helal olsun. Şu anki durum ne peki? Efendim, bende Pulse’ın hem kaseti, hem Cd’si hem VCD’si, Hem VHS’si, hem Dvd’si, Hem küçük tanıtım posteri, hem de büyük tanıtım posteri var(ki bu son iki posteri resmen dilendim).Onları da sonra anlatırım. Bende bu albümle ilgili anı çok.

2 ) Şimdi ben ilkokuldayım (Mahmut Ersan hocamı da anayım severdim kendisini bayağı)ama 2. ya da 3. sınıftayım. Benim o zaman da tıpkı şimdiki gibi hep çişim--bu arada yazdığım program çiş’e argo ya da kaba sözcük diye uyarı yaptı. Sayın okuyucu o Sıvı İdrar olacak-- gelir söylemesi ayıp. Gene geldi ama dersin ortasındayız,gittim izin istedim.Vermedi adam ,hocam çok var gerçekten diyorum olmaz otur son dersteyiz evde gidersin diyor.Evde gidebilecek olsam şimdi niye isteyim izini.Oturdum öle malak gibi.Tuttum tuttum derken son 5 dakikada baktım tutamıyorum.. Ooo olay kontrolümden çıktı ama.Sonra tekrar tutabilmeye başladım.Birde utandım kimse görmesin diye şekilden şekle giriyorum kitap defter kapatıyor görüntüyü de ayağa kalkınca ne olacak.Utancımdan okul tuvaletine de gidemedim.Evle okulun bahçesi bitişikti.Dedim eve gidiyim bari,ama eve kadar koştum Koşarken biraz daha kaçtı neticede yaptım rahatladım.Ama şu adı Mahmut olan her hoca kıl mı acaba düşünmüyorum da değil yıllardır Haha.Yakmıştın beni Mahmut Hoca.

3 ) Lise 3. sınıftayım ama Lise son değilim. Ne garip değil mi? Neyse beden dersi dersimiz. Hoca not verecek. Bende sinüzit var düz takla atamıyorum. Hoca dedi ters takla at. İyi atayım dedim. Tam atacağım pat diye düştüm, boynum kırılıyordu neredeyse; adam baktı oğlum bari düz takla at dedi. “Hocam atamam bende sinüzit var” diyorum, yok! Hemen atarsam ağrı yapmazmış. Onu da denedim ama bu sefer sol omzumun üstüne düştüm, gözlerim böle kan çanağı gibi ama ağrıdan. O zamanlar 1000mglik antibiyotik kullanıyorum sinüzit için. Adam anladı en sonunda dedi “Oğlum, Emre, sen uygun adım yürü kıt’a yürüyüşünden sana not vereyim. Tamam dedim eyvallah. Ben yürürken sen tut “Yürüyüş kararı sayılacak say!” de. Saydım. O yetmedi Okul Marşı söylenecek söyle! Bilmiyorum ki o zamanlar söyleyeyim. Desem bilmiyorum döver yane o kadar üstüne gitmişim. Duymazlıktan geldim hala 1, 2, 3, 4, sayıyorum ben. Tekrarladı komutu, uymadım ben! Bir daha tekrarladı gene yapmadım. DUR! Diye bağırdı ve yanına çağırdı.
-oğlum duymuyor musun beni sen?
- Duyuyorum hocam
- Niye uymuyorsun çocuğum
- ıkk,hede ,böde ,işte şey
- Cevap versene oğlum
- Ya hocam okuyamam marşı
- Hayda o niye
- Hocam benim medeni cesaretim yok ya!
- O ne oğlum?
- Hocam utanırım işte okuyamam
- E varmış işte cesaretin?
- Nasıl yani hocam?
- Herkesin içinde söylüyorsun zaafını, eksiğini, utancını. Bu büyük bir şey cesaret ister
- (içimden) La de Bi git
- Sen basketboldan not al
- (içimden) Ee iyimiş

Bir turnikeye girdim, sonra sol turnikeye girdim. Sonra da bir üçlük denedim çemberden döndü. Ya 3 almıştım ya da 4. Notlarla aram iyi değildir. Yakınımdakiler bilir. Kaç aldığımı hatırlamam.

23 Şubat 2007 Cuma



Sağda solda o kadar gezince insan doğal olarak birçok tuvaleti kullanmak zorunda kalıyor. Ben artık farklı tuvaletleri tanıyor, kafasında “en güzel lavaboda bizim hasan âligillerde” derken “ama en şık ayna da Fıdık Şükriyelerden Ayşe kızlarınki” diyebiliyorum artık . Aslında şöyle bir bakınca tuvalet bizim en iyi dostlarımızdan biri. Sabah uyanır uyanmaz çoğu zaman ilk onun evini ziyaret ederiz. Ama tuvaletin misafiri olarak bulduğumuzu değil umduğumuzu kullanırız. Kimi zaman sıcak kimi zaman soğuk suyu alırız ondan. Gün içinde de sıklıkla ziyaret ederiz ve hiç çekinmeyiz ondan. Duşta bağara bağara şarkı söyleriz, aynada farklı saç şekilleri deneriz. Garip garip aynada kendimizle konuşuruz falan filan. Şimdi tuvalet, banyo, lavabo her neyse onlar, orada bir klozet var ki bu bizim bütün pisliğimi kimseye göstermeden, söylemeden örtbas eder. Orda o kadar özgürsünüzdür ki saatlerce oturup sigara içebilir, gazete ya da dergi okuyabilirsiniz öylecene hareketsizce. Ama burada şu tespitimi aktarmak istiyorum: Insanın kendi evinindeki tuvaleti gibisi yok. Diğer tuvaletler(burada kasıt klozet kapağı) böyle daracık soğuk. O Size yabancı, Siz ona. Orada rahat etmek imkânsız. Kimi tuvaletler de(burada kasıt banyonun kendisi) sessiz, gizemli. Sabun nerde, bu havlu acaba ayak havlusu mu? El havlusu nerde? Acaba yeşil sabunu kullansam Annesinin cilt sabununu mu kullanmış olurum? Hımm şu sarı sabun muzlu galiba ne güzel kokuyordur! Ama daha hiç kullanmamışlar kullansam mı acaba .Hain tuvaletlerse(burada kasıt bizzat banyo kavramı ve bizzat küvet) tertemiz. Böyle orada duş alınca arkanızdan bütün kirliliğinizi saçınızı, sabun artıklarını temizleyip her yeri yine kupkuru ve tertemiz bırakmak zorundasınızdır. Tabi bu Vileda- , Marc- ya da Cif-adam rolü sizi kirletir yenden. Gir bir daha duş al. Ha diğer konu da tuvaleti kullanma süresi! Ya ben orda o kadar mutluyum ki hep gülüyorum, temizleniyorum, sanki göreceğim insanlar beni daha önce hiç görmemiş zannedecek kadar değiştiğimi hissediyorum. O yüzden bıraksalar içerde bir saati aşkın süre kalırım( kalmışlığım var iddiaya girmeyelim) sonra ne mi oluyor? Çıkınca herkes ya dalga geçiyor ya da anlam veremiyor, böyle meraklı meraklı bakıyor. Abi napıyorsun orda diye? Kolay! Al müziğini gir içeri sıcak-soğuk fark etmez suyun altında otur. Ama yabancı tuvalette yok işte o özgürlüğün. Başkasını tuvaletinde dilini bilmediğiniz bir ülkedesiniz. Âdetini bilmediğiniz bir kültürdesiniz. O tuvaletler kötü yerler. Biz oraları sevmiyoruz, Biz oralardan nefret ediyoruz. Biz kendi tuvaletimizi seviyoruz, evet o bizim, o bizim değil mi, Evet o benim benim tuvaletim.

VaLhaLLa

Akşam eve geldiğimde her şey çok güzeldi,bütün gün çok eski bir dostumla laflamış ve eve gülücüklerle gelmiştim.Önce anneme bağırdım arka arkaya 3 kere aynı soruyu sordu diye..Ne yapsın çok şaşırmış olmalı ya da verememiş dikkatini bana işte.Sonra babamın ilgisi ve bana yaklaşım stili bunalttı beni.O kadar alışmışım ki kendi başıma olmaya ,benim hakkımda tek bir soru sormalarına bile katlanamıyorum.Planlarım kafamda yaptıklarım ve konuştuklarım aklımda,o ana ait olan diğer öğeler de beynimde çözülüyor işte.Ama onlar bakamıyor ki benim dünyama benim gözlerimden.Çözmeye çalışıyorlar beni.Yakınlaşmaya çalışıyorlar çocuklarına.Peki ben ne olacağım ilerde?Nelere sahip olacağım?Ya benim karşımdakiler de bana ,benim diğerlerine davrandığım gibi davranırsa? Bilmiyorum! Sonra dedemle göz göze geldiğimizi ve bakışlarımdan nasıl rahatsız olduğunu anladım da orda durmanım yanlış olduğuna karar verdim. Odama gittiğimde uzadım yatağıma düşünmeye başladım ve dayanamadım, madem öyle yazayım dedim.

İşte düşüncelerim:

1 ) Yaratan ulu bir güç yok, bizi idare eden ya da bizi yaratan hiçbir varlık yok Eğer olsaydı hayatımda her şey daha mükemmel olurdu

2 )Bizi yaratan bir ilahi otorite yoksa nasıl geldik. Evrim teorisi dahil diğer birkaç teoriyi çökerten okuduğum o kitaplar ne o zaman?

3 ) Tüm bu belirsizliğe rağmen insanlar neden hala direniyor yaşamak için. Onu yenemeyeceklerini bilseler de, bazen hiç kazanamayacaklarını anlasalar da o karanlık ve nemli çukura gireceklerini bile bile tüm bu didinme niye?

4 ) Madem son belli insanlar neden hayatlarını daha eğlenceli hale getirmiyor? Neden ben çok konuşmak istediğim eski arkadaşlarımla konuşamıyorum ( annemle yeniden kavga ettim bu arada şu anda) ya da annem tüm bu saçma uğraş içinde bu sıradanlıktan sıkılmıyor mu? İşe git, eve gel, bulaşık yıka, evi temizle, çay iç aynı masada aynı sandalyede aynı bardakta aynı kanal açıkken her gece? Niye uğraşıyor ki ne geçecek eline en sonunda? İdeali ne? Onun hayatı niye bu kadar basit? Tüm bu koşuşturmaca ne için kim için?

5 ) Eğer tüm uğraşı benim içinse bana dediği gibi, ben ne yaptım da hak ettim bunu? Beni dünyaya getiren onlar bana sormadılar doğmak ister misin diye? Ağlayarak doğmuşum herhalde gülerek öleceğim..Benim başarımla mutlu olup daha iyi yerlere gelmemi istiyorsa o niye? Benim başarılarımla neden mutlu oluyor? Onlar benim başarılarım değil mi? Ya da neden bana bakmak zorunda neden bana para yollamak zorunda? Beni doğurduğu için mi? Peki o zaman diğer çocukları doğurup onlarla ilgilenmeyenler aileler ne olacak? Ya da benim annemden daha zor hayat şartlarında yaşayan insanların annelerini niye hiç düşünmüyorum, niye onlar için üzülmüyorum hiç? Neden kimilerini sırf ailelerinin mutluluğu için kendi tercihlerinden vazgeçiyor diğer tarafta aileler çocukları için kendi ideallerinden vazgeçerken.

6 ) Şimdi benim idealim ne? Yok. Bir çocuk büyütmek mi? Ya o da benim gibi hissederse ya o da üzülürse ailesini yaşattıkları ve yaşatamadıkları için. Ya ailesi de üzülürse ona yaşattıkları için. O zaman çocuk sahibi olmak ideal değilse ideal ne olmalı. Bir amaç bulunmazsa hayat yaşanmaz ki. Hedef belirlemek lazım. Acaba hedef cennete gitmek mi? Gerçekten onun için mi yollandık buraya? Yani düzenli ibadet ve her zaman iyilik, Tanrı korkusu cennetin kapısını mı açacak bana? Tamam yeni idealim cennete gitmek, ibadet etmek. Ama kime niye neden? Olmadığına inandığım güç uğruna hiç görmediğim bir yere gitmek için mi? Bu 10 gün hiç konuşmazsan sana Ferrari veririm demek gibi bir şey değil ki? O zaman ben hiç görmediğim ama hep okuduğum başka bir kavram olan Valhalla ya gitmeye çalışıyım mı?

Senler Ve SİZLER

Herkesin biri seçimi vardır değil mi ? Öne geçen tercihler herhangi bir yöne gitmemizi sağlar bir çok ihtimal arasından..İşte İngilizce de karışıklık yaratan you (sen) ve You (siz) kavramı kafama takıldı , hatta bugünkü İst yolculuğumdan sonra sorun oldu benim için.Önce her şey genelde siz ile başlar..Sonra bir iki muhabbetten sonra sen e kayar akış bir bakmışsın senden öte bir sen olmuş karşındaki..Bir de bundan daha fazla cüretkar olanlar var : saygıdan bi haber olan insanlıktan nasiplenmemiş olanlar.Yolda soru sorarken falan sen diye muhabbete yanlayan dodosh insanlık.

Eskiden yani ben baya baya küçükken yemekçiden yemek isterdim de adam adresi aldıktan sonra “ tamam hanımefendi birazdan elinizde olur” derdi. Tamam, daha ergen değildim ama sesimde o kadar ince değildir herhalde ne bilim defolu olarak merhaba dememişimdir herhalde bu dünyaya. Baymayan Bayan Emre olarak. Bende telefonu kaparken “ha bir de bir şey daha var ben erkeğim “ diyerek kendimce savunmamı yapıp mutlu olurdum. Ama artık o kadar bile savunamıyorum kendimi. Sen deyince istemediğim birisi, ona “Level atlama kardeşim ben hala Siz’im” diyemiyorum. Mesela telefonda taksiciler bazen siz diyor ama bugün “tamam canım geliyor” dedi J Oha be! Tamam bende yemeği ocağa koydumdu zaten..Adam çok mutluydu herhal normalde yapmazlar pek öle keratalar ama ne bilim işte öle bugün siz sen oluvermek istemiş demek ki...

Sonra otobüste 2 mal oturdu yanıma ama ciddi mal bunlar.Bütün yol boyunca ,evet hatta Bolu Dağ’ını o kar yağışı altında tırmanırken bile cep telefonlarını açık tuttular hatta konuştular bile! Eğer inanmıyorsanız mal olduklarına ait iki örnek daha vereyim: 1) bu salaklar tam servis başlayacağı sırada telefonlarını açtılar. Oysa otobüsteki havayı biraz koklasalardı servisin başlayacağını muavinin hazırlığından ve yemek kokusundan anlar ve biraz bekleyebilirlerdi. Neticede muavin bunları yakaladı ve bunlar sadece güldüler iki kokoş çünkü telefon açılırken connecting people melodisini çaldı ve bütün otobüs bunu duydu ama sadece birkaç kişi nerden geldiğini anladı. 2) Bu güzel giyimli derin dekolteli çirkin yol arkadaşlarım İstanbul’da pek yer bilmiyorlar. Ancak muavinle konuşurken Esenlerde ineceklerini anladım.Efendim bunlar esenler daha 1.5 saat yol varken inmeye kalktı ben de o sırada sigara molası vermek için otobüsten iniyordum ve dedim ki : “Siz burada değil esenler de inmeyecek misiniz daha 1.5 saat yolunuz var .”O sırada okuduğum kitap sehpamın üstünde montum koltukta ve bilgisayarım yerde ve bu salaklardan bana yakın olup daha az çirkin ama daha salak olanı :Kitabınızı unuttunuz dedi.Ben zaten laf sokmaya geçerli bi bahane arıyordum: O zaman laptopumla montumu da unutacak kadar mı salağım yoksa kitabı görüp diğer eşyaları görsem de durumu anlamayacak kadar mı dedim.Höö diye kaldı..Ya aslında uzun lafın kısası ben bu kadınlara uyuz oldum o yüzden bu kadar uğraşmak için fırsat kolladım.İşleri ,uğraşları ne olursa olsun nerde nasıl davranacaklarını bilmeyi bırak,otobüste telefon kapatma kuralını bile hiçe sayan ve yol boyunca yaptıkları dedikodular ve gereksiz vıdı vıdılarla dikkatimi dağıtıp ,kendileri gibi olan insanlara karşı önyargı beslememe sebep oldular .Bu örneklerden sonra tekrar konuya gireyim.Ben bu 2 hanım kızımla muhabbet edince bunlar benden önce okuduğum kitabı istedi ”kitabına bakabilir miyim diye” sonra da ben sakız çiğnerken “bana da verir misin “dedi.ciddiyim .Yani kimi insanlarla tek cümlelik bir konuşma yapmak SİZİ sen yapıyor.Keşke insanlar nerde samimiyet kurup nerede resmi olmaları gerektiğini daha doğru şekilde anlasalar hatta bana da anlatsalar da ben de başka insanlardan aynı eleştiriyi almasam.