15 Haziran 2016 Çarşamba

Aradığımı Elbet Bulurum

Merhaba, Aradan neredeyse 3 sene geçmiş. Bardağimda yine viski-kola karışımım var.Kimi yerlerde Black Tooth diyorlar adına.Kimi arkadaşlarım da viskiye kola kattığım için beni damak tadı olmayan ve viskiye ihanet eden bir adam olarak adlandırıyorlar.Fifi. Senelerdir Opeth dinliyorum,yine Opeth çalıyor.Opeth bana hep sonbahar mevsimini yaşatıyor.Şu an Haziran ama İstanbul'da kuvvetli sayılabilecek bir yağış var.Sanki sonbahar mevsimi,hava 17 derece,oysa dün 26 dereceydi.Hava ne kadar çabuk değişiyor,hayat ne kadar değişken.Bugün Adana'daydım.Dün Antalya 'da. Antalya ise 30 derece.Orada tam yaz mevsimi yaşanıyor.Hatta erken bir yaz mevsimi,kavurucu bir sıcak.Sıcak bir deniz suyu.Antalya denizi eskisi gibi tuzlu değil sanki ya da yaşlandıkça derim kalınlaştığı için tuzu daha az hissediyorum.Bilemiyorum ama bunu arkasında bilimsel bir açıklama olmalı.yoksa küresel ısınmadan dolayı daha çok su buharlaştiği için suyun daha tuzlu olması gerekirdi.
Sanırım 6 Haziran'dı.Lara'dan daha doğuya doğru hiç gitmemiştim.İlk defa gittiğim bir mahalle,tamamen yabancı sokaklar,eve uzakta olan bir market,apartman kapısı her zaman kapalı olmayan bir bina.Sanırım beni huzursuz etmeye yetecek kadar işaret.. Eve girdiğimde iki kedi,oysa benim kedilere canavar gibi alerjim var.ama bu sefer hiç hapşurmadım,burnum hiç akmadı,tıkanmadi. Sonra daha önce hiç yaşamadığım bir olay oldu.Mutfakta su içmek için bardak ararken,bütün dolapları sağdan sola açıp kapamaya başladım.Bir taraftan bardak ararken bir taraftan 3 günümü geçireceğim yerdeki mutfak düzenini keşfediyordum.sonra birden bir ses geldi;
-ne arıyorsun? -(benden cevap gelemeden) -"uff ne önemi var" diyen bir ses."İstediğin gibi karıştır,kendi kendine keşfet işe burası mutfak,aradığını elbet bulursun" Bunu hep ben söylerdim,hep suratıma boş boş bakardı insanlar.ne garip çocuktum ben,misafire evi tanıtmıyordum ilk defa birisi bana ne bakıyorsun dememişti,sen keşfet demişti.Bana ben gibi yaklaşmıştı.Umursamadığından değil,keşfetmeyi sevdiğinden ,beni de keşfetmek konusunda serbest bırakmıştı. Bazen kırılma noktaları vardır ya,işte orda kırılmıştı zincir,artık içeri bir adım daha girebilirdi yanı başımdaki yabancı. çok basit bir cümleydi belki,ama benim gözümdeki parlaklığı,suratımdaki mutluluğu görmüştü. -Ne oldu? diye sormuştu ama ben tabii ki cevap vermemiştim. -yok bir şey,aklıma bir şey geldi. Opeth hala çalıyor,44 dakika oldu.Blackwater Park albümünün konser videosu bitti biticek. Lost , here is nowhere Searching home still Turning past time,all are gone Tİme is now

12 Ekim 2013 Cumartesi

Artık Yüksek yapıyorum

Bugün resmi olarak Bilgi Üniversitesi'ne paraları bayıldık.Artık parayla diploma alanlar sınıfına ben de girmiş oldum.En azından girmiş bulundum ama diplomaya daha çok var.Öğrenci kimliğim de çıktı. İster istemez herşeyi ODTÜ ile kıyaslıyorum.Orası çok iyi olduğundan değil bence ,ama o kadar çok yaşadık ki orda,küçücük bir anı bile devmişcesine yüzümü güldürüyor.İşin ilginci hiç yüzümü güldürmeyen şey yok ODTÜ'de.Mesela yaşadığım kavgalar bile şimdi çocukca geliyor,gözümde küçümsüyorum ve suratımı hiç düşüremiyorlar. Dedim ya ister istemez herşeyi Odtü ile karşılaştırıyorum diye; Kimliğimi elime alır almaz renklere bakığ,kimlik düzenini inceledim.DAha doğrusu incelemişim.Sonradan fark ettim.Çok sade bir kimlik bizim kimliğimize göre Bilgi'nin kimliği.Bizim demememden anlaşılıyor ki,ben hala ODTÜ'deyim.Evet çok sade.Ama kimlik değil sadece.Okul da çok sade.Öğrenci işleri de.SAdece gerekli şeyler var.Kimsenin gerekli gereksiz ünvanı yazmıyor.Hatta isimleri bile yazmıyor kapıda.Masalarındaki isimliklerden anlıyorsun nası hitap etmen gerektiğini.Ama dediğim gibi herşey çok sade ve çok işlevsel.Minimalist bir şekilde tasarlamışlar burayı ama büyük bir alana oturtmuşlar.Herşey işlevsel ve sadece gerekli şeyler var dedim ya;bunlar yollamasın beni ne gereksiz adamsın diye ;))) Bayağı heyecanlıyım ve mutluyum burada olmaktan bakalım yüksek lisans beklentilerimi karşılayabilcek mi.Şu ana kadar herşey yolundaydı.Mesela Starbucks var.Yetmez mi ? Geldim oturtum.kuşlar ötüyor burda şu an.İstanbul'un bu kdr içinde ben bu kdr sakin ve kuş ötebilen bir yer görmemiştim son 2 senedir.Ben de geldim bahçeye oturdum çıkardım kitabımı fln ders çalışcam şimdi.İlk günden sıkı tutıyım diyorum :) sonra başka bişi tutturmaya kalkmasınlar. Aslında ben tüm bu yazdıklarımı 3 saniye içinde falan kafamdan geçirdim.Sonra aklım yine size kaydı-bu Türkçe'deki yan anlam kaldırırsın yahu- o arada beraber yaptıklarımızı falan düşünüp güldüm sonra da yazmaya karar verdim.Malum burası 1.5 senedir kapalıydı.ZAten sürekli Yağmur'a sizi anlatırken buluyorum kendimi.Kız kıskansa yeridir vallahi.Yok bi' gün şöyle olmuştu,biz bi kere onlarla şöyle yapmıştık.... Kısacası diyeceğim şudur ki ben sizi çok özledim

20 Nisan 2012 Cuma

Tembel Sefa Pezevengi

Şöyle bir geçmişe baktım da ,ben çok tembelim evet.Başlamak konusunda bir sıkıntım yok, hemen yeni adımlar atıyorum..Ama dikkatim çok dağınık.Bu yüzden işlerimimn sadece yarısı bitiyor,o da başlamak yarısı olduğu için.Böyle beni zorlayacak bir şeyler lazım..Mesela uzun zamandır kafamda saçma bir proje var.

Aldığım yeni her şeyin fotografı çekip burada yayınlamak.Ama o kadar tembelim ki,aldığım her şey kutusunda duruyor.Fotograflarını çekemediğim için kullanmaya da başlayamadım .Ama buraya bunu itiraf edip yazarsam hem bu işe başlamış olurum hem de siz yeni cicilerimi görürsünüz.Nasıl fikir?

Opppss ,çoktan yazmışım bile.Demek ki fotograflar da en kısa zamanda yolda

10 Aralık 2011 Cumartesi

KKTC - 1

Bugün izlediğim program yemek listemin ilk yazısını oluşturuyor.Vedat Bey'in bu sefer yolu KKTC'ye düşmüş.İlk durak Girne merkezden 15 dakika uzaklıktaki ARCHWAY Restaurant.

Archway'de Vedat Kıbrıs'a özgü olan Şeftali Kebap'ı yedi.Adında her ne kadar şeftali geçse de içerisinde şeftaliyle ilgili en ufak bir malzeme bile yok.Daha sonra pirzola ve türevleri etler de tadıldıktan sonra tatlılar bölümü epey ilgimi çekti benim.Masada karpuz kabuğunun kırmızımsı-yeşilimsi ama aslında beyaz olan ara kısmı sunuldu.Bu kısımı tatlandırmak için şekerle işlemişler.Karpuz kabuğunu,şerbete batırılmış ceviz izledi ama bu kabuğu soyulmuş ıslak cevizmiş.Her ne kadar ıslak ceviz dense de gördüğüm kadarıyla çatalı batırmak bayağı bir güç istiyor.Tatlılarla birlikte sunulan acımsı ama tatlı -nasıl oluyorsa- bir turşu -yok artık- vardı.Vedat Bey'in çok beğendiği bir yemeği işte tam bu şekilde sonlandırmayı seviyormuş.Tam da istediği oldu.Umarım bir gün yenden yolumuz oralar düşer.

Not : yiyecek,ambiyans ve fiyat performans 5 yıldız alırken ,içeçek menüsü 3 yıldız aldı ama Vedat Şarap sunumunun ve kalitesinin aslında 5 yıldız olduğunu belirtmeden edemedi.
Efendim burda herşeyi yiyebildiğiniz bir mönü 45 Tl tutarında.

http://arch.dopiweb.com/index.php

Vedat Milör featuring Alchemy

Istanbul'a tutunmaya çalışıyorum şu an.Aslında sorun Istanbul ya da Ankara değil.Sizin olmamanız, ama bunu da bir zaman sonra aşacağıma eminim.Ne de olsa insan beyni unutmaya programlanmış.Ama bu kadar kendimle başbaşa kalınca kendime yeni uğraşlar da aramıyor değilim.

Yemeğe ne kadar saygı duyduğumu bilirsiniz,hatta geçenlerde eve yemek siparişim geldiğimde ve ben Leyla'ma kavuştuğumda "Allahım sana aşığım,seni çok seviyorum" diye haykırmıştım.Zeynep de üstüne alınmıştı da benim çok yerinde açıklamamla rahatlamıştı : "hayır sana değil,yemeğe aşığım ben"

Bugün tam kahvaltı yapmıştım ki Vedat Milör'ün sunduğu program başladı Ntv'de.Lanet olsun ki aynı program iki gün önce de tam akşam yemeğinden sonra başlamıştı.Her iki durumda da programı 10 dakika seyredebildikten sonra araya yeni bir öğün sıkıştırmak zorunda kaldım. Vedat Milör bana uzun zamandır yapmaya üşendiğim bir not defterini burada oluşturma gazını verdi.Programda izlediğim durakları illerine göre kategorilere sokmaya ve bu illere olur da ziyarete gidersem,bu duraklarda yemek yemeye karar verdim.İlk durağımız KKTC.

3 Aralık 2011 Cumartesi

son yarım saatimi ne yazacığımı düşünerek
ve yazdıklarımı silip ,
yenden bir şeyler yazmaya çalışarak geçirdim...

artık kendimi bile ifade edemiyorum,
ben bu olmamalıyım
biz bu olmamalıyız

ne olur siz hayatınızdaki kararları alırken biraz daha dikkatli düşünün

31 Mayıs 2011 Salı

insanların bir beklentisi var,herkes yıllık yazmamı bekliyor ama tahmin ettiğimden çok daha zormuş.zaten daha önce de yazamadığım olmuştu.bazen öyle bir tıkanıyor ki insan, kelimeleri seçmeyi bırak, düşünceleri bile toparlayamıyor.aslında ihtiyacım olan her şey var.viskim sigaram müziğim.ama aklım hep bir noktada yoğunlaşmasa daha başarılı olacağımdan eminim.ne ara geldi bu düşünceler, ne zaman hayal gücüm kuşatıldı,neden rüyalarım istila edildi bilmiyorum.konuşmak istiyorum.aslında konuşmaktan da öte,karşına geçip bağırmak istiyorum.içimde biriken ne bilmiyorum.belki gereksiz ama bana göre karşılıklı bir empatiyle fethedildim.direnmeye çalıştım ama başarılı olamadım.şu an kafamdan çıkmıyorsun.bunun bir sebebi olmalı,inanmak istiyorum tüm bunların karşılıklı olduğuna ama inanacak hiç bir şey yok elimde.Her şey soyut benim için.o kadar soyut ki ihtiyacım olan her şeye sadece rüyalarımda kavuşuyorum.uyandığımda sadece karanlık ve hızla ve düzensizce atan,ve kendi kendini aldatan bir kalp karşılıyor beni.işte o anlarda anlıyorum seni.aman tanrım ben nelere sebep olmuşum,bu duygularla nasıl ayakta kalabilmişsin diye soramadan edemiyorum kendime.genelde böyle duygular gelip geçicidir ama bu sefer farklı sanki.senle beraber müzik en büyük düşmanım şu aralar.hayal gücüm ise en çok tiksindiğim yeteneğim şu an.keşke eksik olsaydı böyle bir özellik.seninle konuşmak istiyorum,şimdilik sadece konuşabilmek yeterli olurdu benim için.acaba sana demek istediklerimi kelimelere dökecek fırsatım olacak mı? yoksa sadece bir köşeye yazılmış karalama tahtası olarak kalacaklar mı? bir kez daha ekecek misin beni, bir kez daha yüzüstü bırakacak mısın beni.umarım yapmazsın bunları benim sana yaptıklarımın aksine..

18 Mart 2011 Cuma

Gerçeklik ve hayal

Bazen bana "çok fazla Amerikan dizisi seyretme,burada hayat öyle değil" diyorsunuz ya,benim elimden gelmiyor bunu yapmak.İzlediğim dizilerin içinde -daha doğrusu en çok beğendiklerimin içinde- hep ilişkiler üzerine kurulmuş bağlar oluyor ve ben kendimi kaptırmadan yapamıyorum.Herkesin bir şekilde-hediye alarak ya da herhangi bir hatayı örtbas ederek-birbirini kolladığı, koruduğu; ailenin değil ama insanlar içindeki bağların daima galip geldiği bir hayat istemek ya da en azından bunun hayalini kurup içinde yaşamak çok da zor olmasa gerek.Birden kendimi koskoca bir masada buluyorum.Herkes her zaman gülmese bile,herkes birbiri için orada.Oturmuşlar,konuşuyorlar,yeri gelince büyükler çocukların davranışlarından büyüklüğün nasıl olması gerektiğini öğreniyorlar yeri gelince de çocuklar,çocuk gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu büyükleri izleyerek anlıyorlar.Sanırım gerçek hayat pratikte bu kadar kolay olmuyor.Ne de olsa bir dizideki sahneyi yazan 10 tane senarist ve bu kurgunun gerçekleşmesi için yeniden çekilen birbirinin aynı 20 tane sahne var.Biz olaylar karşısında tek başımıza hareket edip,beğenmediğimiz sahneyi yenden yaşama gibi bir lükse sahip değiliz ama yine de tüm bunların hayalini kurup,daha fazlasını istemek,hele bir de gerçekleşirse hoplaya zıplaya bu hayali kutlayabilmek mükemmel olmaz mı?

Müzik ve onun Evi

Her bayramda aile büyüklerini ziyaret etmeye giderdik annemle.Anne tarafının tam takır oturduğu bir bayram sofrası;Anneanne,dede,dayımlar ve teyzemler.Geleneksel kahvaltı ve bayram muhabbeti hep arkasından gelen bir kavgayla devam ederdi.Çok sıkıcıydı bu yuzden benim için bayram ziyaretleri.Bir bayramda biraz geç kalmış ve kahvaltıyı kaçırmıştık.Sanırım sene 96 ya da 97.Harun dayım odasında müzik dinliyordu.Daha doğrusu konser videosu seyrediyordu.O gün ben de gittim oturdum ve beraber seyretmeye başladık.Sonra Murat dayım da geldi.O sırada High Hopes çalıyordu.Dayım sordu "Emre, Americans mı diyor?" O sıralar anlamamıştım,galiba dayı demiştim.Meğer "beyond the miracles" diyormuş.O gün bütün konseri izledik.Sonra video kaset bitti.Herkes gidince ben videoyu başa alıp yenden izledim.Konser başındaki "Pink Floyd at Earls Court" "David Gilmour","Rick Wright" yazıları beni öylesine etkilemişti ki o günden itibaren müziği bir başka dinlemeye başladım.Çünkü amatörce dinlediğimden olsa gerek sadece vokaller ve gitarı fark etmiştim o zamana kadar.Ama sahnede bir sürü insan vardı ve hepsi konser boyunca sürekli bir şeyler çalıyorlardı.Ama ben bunları duymuyordum fakat duymalıydım,çünkü görüyordum.Demek ki bunların da katkısı vardı! Sonra aradaki diğer enstrümanları seçmeye başladım.İşte o zaman hayran kalmıştım.Ama ne yazık ki benim evde ne video oynatıcım ne de bilgiyarım vardı.Hatta mp3 çalar ya da bilgisayar olmadığını düşünürsek,gerçek anlamda dinleyebileceğim hiçbir şeyim yoktu.O andan itibaren sürekli dayımlara gidelim diyordum anneme.Hatta okuldan çıkınca otobüsle bizim dükkana gidip,bütün gün anneme yalvarıyordum ,n'olur bugün anneannemlere gidelim diye.Gittiğimizde de kimsenin suratına bakacak vakit bulamadan oturma odasında konser videolarını seyrediyordum.Sadece 2 tane vardı; Dire Straits - Alchemy ve Pink Floyd - Pulse.Hala en sevdiğim iki konser albümü bu ikisidir.O ev de benim için yeni keşfettiğim "gerçek müziğin" eviydi.Artık o ev gittiğim her yerde.